28 Ocak 2009
Virtüöz olaydın ya!
Ulan çok komik lan hakikaten! Sen git hayatın boyunca içinde ne yazdığını bilmediğin, bilsen bile anlamını bilmediğin, anlamını bilsen bile doğruluğundan emin olamadığın (1500 sene be arkadaş nereye emin oluyon!) bi kitabı virgülüne kadar ezberle! Ne oldu şimdi? Onun yerine gitar mitar çalaydın aynı sürede şerefsizim virtüöz falan olurdun. Oksijen israfı olmazdı hiç değilse.
26 Ocak 2009
Vampire the Masquerade
NFS Undercover'ın heyecanına nasıl kapıldıysam bi anda burnum kanamaya başladı. Ama burnum koptu sandım öyle kanadı. Aynaya bakınca kendimden korktum. Bıyıklarım falan kıpkırmızı sakallar makallar.. Ama eğlendim şahsen böyle bi hareket geldi hayatıma. (Düşün artık nasıl bi hayatsa) O kadar etkilendim ki o esnada bir şiir çaldım
(NFS rakiplerime ithafen)
Geçtin, geçtim
Ben seni yendim
Sarı kızın kanını
İçmeye geldim!..
(NFS rakiplerime ithafen)
Geçtin, geçtim
Ben seni yendim
Sarı kızın kanını
İçmeye geldim!..
25 Ocak 2009
Gözükmeyin gözüme lan!!!
İki dakika yağmur yağınca caddenin karşısına feribot seferleri düzenlenmeye başlıyor lan. Güvercinleri de kirece bulayıp martı yapıyolar hatta. Akan su da kanalizasyondan taşan su mudur nedir sapsarı böyle çamur çamur. Her kim yüzünden ayaklarım bileklerime kadar ıslanıyorsa ıslak çorabımı ona yedirmek istiyorum. Kuru kuru gitmez de su isterse diğer çorabımı sıkacam ağzına ağzına!!
22 Ocak 2009
Parti Zamanı!!
-Metroda, daha trendekiler inmeden binmeye çalışan abilerim ablalarım
-Merdivenin yolun bilimum yaya trafiğinin olduğu yerde inatla soldan soldan yürüyüp suçsuz gibi omuz atıp yolu açan arkadaşlarım
-Çarşıda pazarda 20lik kız gibi saatlerce gezip tozup, sonra da dolmuşta otobüste başıma dikilip yer vermemi bekleyen ve öküz öküz gözümün içine bakan, yer vermeyince de "Saygısız bu gençlik" diye yüksek sesle söylenen çok saygın(!) kokoş teyzelerim
-Saçım uzun ve küpe takıyorum diye "İbne mi la bu?" diyen, metal dinliyorum diye satanist damgası vuran beyinsiz gardaşlarım
Hatta o kadar beyinsiz olmak ki "Karı gibi sakal bırakmış!" diyebilmek. Sakallı karılar kovalasın rüyanda!
-Ve burdan adını sayamadığım faşist* hemşehirlerim
HEPİNİZ "YAĞLI KAYIŞ" PARTİME DAVETLİSİNİZ!!! Adam olacaksınız ulen!!!!
(*: "faşist" italyanca "ok" anlamına gelen bir kelimeden türemiştir. yani faşist, düşüncesini sunmak yerine bir ok gibi saplamaya çalışan demektir. yanlış olmasın!)
-Merdivenin yolun bilimum yaya trafiğinin olduğu yerde inatla soldan soldan yürüyüp suçsuz gibi omuz atıp yolu açan arkadaşlarım
-Çarşıda pazarda 20lik kız gibi saatlerce gezip tozup, sonra da dolmuşta otobüste başıma dikilip yer vermemi bekleyen ve öküz öküz gözümün içine bakan, yer vermeyince de "Saygısız bu gençlik" diye yüksek sesle söylenen çok saygın(!) kokoş teyzelerim
-Saçım uzun ve küpe takıyorum diye "İbne mi la bu?" diyen, metal dinliyorum diye satanist damgası vuran beyinsiz gardaşlarım
Hatta o kadar beyinsiz olmak ki "Karı gibi sakal bırakmış!" diyebilmek. Sakallı karılar kovalasın rüyanda!
-Ve burdan adını sayamadığım faşist* hemşehirlerim
HEPİNİZ "YAĞLI KAYIŞ" PARTİME DAVETLİSİNİZ!!! Adam olacaksınız ulen!!!!
(*: "faşist" italyanca "ok" anlamına gelen bir kelimeden türemiştir. yani faşist, düşüncesini sunmak yerine bir ok gibi saplamaya çalışan demektir. yanlış olmasın!)
19 Ocak 2009
Bunları biliyor muydunuz?
97 oktan benzin aslında dinazor taşağı fosiliymiş. Dinazor taşağından daha kaliteli bir benzin çıkıyormuş. Evet öyleymiş. Yaa yaa
Olsa ilginç olurmuş lan!
Olsa ilginç olurmuş lan!
18 Ocak 2009
Dişlerim Kamaşır
Beni etkisiz hale getirmek istiyorsanız tek yapmanız gereken çiğ lahana yapraklarını birbirine sürtmektir!
Etiketler:
allahım çıldırıyorum,
gacır gıcır gucur gücür,
lahana,
öl lan lahana,
viyık viyık
zaman:
19:16
0
yorum
16 Ocak 2009
Sarı Bina
Sarı binada geceleri içmeye gidip buz gibi taşta 2 saat oturduktan sonra ayağa kalkınca, adeta bir soğutucu görevi gören kıçımdan geçen buz gibi kanın ayaklarımda bıraktığı his gibisi yok.
(bkz: Sarı Bina nedir?)
(bkz: Sarı Bina nedir?)
14 Ocak 2009
Eğlenelim-Öğrenelim Serisi Ders No 1: Dimağmızı Geliştirelim
Final haftasına resmen girmiş bulunan ve çarpraza düşme* tehlikesi bulunan bir öğrenci olarak elbette kafayı yemenin eşiğine geldim. Dolmuşta şurda burda kendi kendime, bazı kelimelerin kökenlerini irdeledim ve bir kaç sonuca ulaştım. Onlardan ilkini paylaşayım hemen.
(* çarpraza düşmek: dd ve dc aldığı dersleri not ortalaması 2'nin üstünde olduğu için tekrar almamak ama ileri dönemlerde ortalamayı 2'nin altına düşürdüğü için o dersleri de almak ve böylece okula nerdeyse baştan başlamak)
Bu gereksiz bilgiden sonra hemen konuya geri dönüyorum. Mesela salıncak deriz. Niye? Salınan bir cisimdir. Oturak deriz. Niye? Çünkü oturulan cisimdir. Kürek deriz. Niye? Küremeye yarayan cisimdir. Burdan kelime kök ve ek birleşimini irdeleyerek tahmin edebileceğiniz o kelimeye ulaştım. TAŞAK!!! Peki neden taşak adı? Efenim malum sperm denen zımbırtı çok narin bir yapı ve 37 OC sıcaklığı gördü mü perte çıkıyo. O yüzden de testis denilen yapı vücudun dışında bulunuyo. Yani dışarı taşıyo. Evet taşmak! Anahtar kelime. Attık onu cebe. Kökümüz taş- ekimiz ise -ek -ak eki. Birleştiriyoruz ne çıkıyo: Taşak. Yani taşan cisim. Bu yüzden taşak demek sadece testis demek değil. Evlerin balkonları için de taşak diyebiliriz. Veyahut bilimum çıkıntılar için taşak diyebiliriz. Çünkü onların hepsi birer taşaktır, taşan cisimlerdir.
Taşak kelimesinin gerçek anlamını öğrendikten sonra sıra geldi Taşak Geçmek deyimine. Taşak geçmek doğadan insana aktarıma örnek verilebilecek bir deyimdir. Cıvımak, laçkalaşmak, böyle yılışmak yımış yımış olmak manasına gelir. Biriyle dalga geçerken kullanılır ve "Taşak Geçiyom olüümmm ekiekieki" denir.
Bu kadar bilgiden sonra vardığımız sonuç şudur: "Her gördüğün çıkıntıyı taşak zannetme". İyağşannar efenim =)
(* çarpraza düşmek: dd ve dc aldığı dersleri not ortalaması 2'nin üstünde olduğu için tekrar almamak ama ileri dönemlerde ortalamayı 2'nin altına düşürdüğü için o dersleri de almak ve böylece okula nerdeyse baştan başlamak)
Bu gereksiz bilgiden sonra hemen konuya geri dönüyorum. Mesela salıncak deriz. Niye? Salınan bir cisimdir. Oturak deriz. Niye? Çünkü oturulan cisimdir. Kürek deriz. Niye? Küremeye yarayan cisimdir. Burdan kelime kök ve ek birleşimini irdeleyerek tahmin edebileceğiniz o kelimeye ulaştım. TAŞAK!!! Peki neden taşak adı? Efenim malum sperm denen zımbırtı çok narin bir yapı ve 37 OC sıcaklığı gördü mü perte çıkıyo. O yüzden de testis denilen yapı vücudun dışında bulunuyo. Yani dışarı taşıyo. Evet taşmak! Anahtar kelime. Attık onu cebe. Kökümüz taş- ekimiz ise -ek -ak eki. Birleştiriyoruz ne çıkıyo: Taşak. Yani taşan cisim. Bu yüzden taşak demek sadece testis demek değil. Evlerin balkonları için de taşak diyebiliriz. Veyahut bilimum çıkıntılar için taşak diyebiliriz. Çünkü onların hepsi birer taşaktır, taşan cisimlerdir.
Taşak kelimesinin gerçek anlamını öğrendikten sonra sıra geldi Taşak Geçmek deyimine. Taşak geçmek doğadan insana aktarıma örnek verilebilecek bir deyimdir. Cıvımak, laçkalaşmak, böyle yılışmak yımış yımış olmak manasına gelir. Biriyle dalga geçerken kullanılır ve "Taşak Geçiyom olüümmm ekiekieki" denir.
Bu kadar bilgiden sonra vardığımız sonuç şudur: "Her gördüğün çıkıntıyı taşak zannetme". İyağşannar efenim =)
11 Ocak 2009
Frank vs İbo
Dübüratif Patetez: Olum lan Frank Sinatra nasıl bi adam lan. Çok sağlam çok güçlü bi sesi var var böyle. Ama onun için mafya diyolarmış öyle duydum lan. Aslında düşününce mafya tipi de var böyle. Duygusal mafya hehe..
Karşı Blok: Olabilir valla lan. İbrahim Tatlıses gibi böyle. Güçlü sesi var mafya. Sinatra aşireti hehee
Dübüratif Patetez: ...?!?...
Karşı Blok: Ohağğ ne dedim lan!!
Karşı Blok: Olabilir valla lan. İbrahim Tatlıses gibi böyle. Güçlü sesi var mafya. Sinatra aşireti hehee
Dübüratif Patetez: ...?!?...
Karşı Blok: Ohağğ ne dedim lan!!
8 Ocak 2009
4 Ocak 2009
Harnia Günlükleri vol. 2
Lan arkadaş 8 saatlik yolu 12 saatte geldik. Ayıp lan! Bu da kıç. Uyuşuyo biliyon mu bi süre sonra! Burdan TCDD'yi öpüyorum. Ama adamların Haydarpaşası var. Laf edemiyorum o yüzden şimdi kapatırlar falan üzülürüm valla. Haydarpaşa demişken, kim lan bu Haydar Paşa? (bkz: araştırmayan insan) Valla hiç merak edeniniz oldu mu kim bu Haydar Paşa? Belki mühendistir ya da makinisttir. Belki de oranın inşaatından sorumlu müteahhit paşadır. Belki de şantiyenin şen yüzü ray döşeme ustası formen Haydardır. Kim bilir? (bkz: araştıran bilir)
Efenim ilk gün malum ziyarete gittim ki İstanbula gitme nedenim oydu zaten. Akşamüstü kalktım saat 5 civarıydı. İstiklale gidecektim otelime ama tek başıma napacaktım ki lan?! Fotoğraf makinelerim kırılmasaydı belki foto çekerdim ama o da yoktu yanımda. Ben de Nil'imi arayım dedim. Hem belki ertesi gün işi yoksa onda kalırdım muhabbet ederdik çok da özlemiştim. Ama ben diyorum arkadaş var bende bi cenabetlik. Ablasının nişanı vardı onun için Zonguldak'a gidecekti hem de 3-5 saat sonra. Telefonda baya bi eğlendim ama konuşurken. Sonra Begüm'ü aradım ertesi gün kaçta buluşacağımızı konuşmak için. Onu da ayarladıktan sonra kuyruğumu bacaklarımın arasına alıp kafam önde düştüm İstiklal yoluna. 2 gündür sadece 1 hamburger ve 1 tavukburgerle duruyordum ve açlıktan ölecektim. Otele girdim biraz kestireyim de yemek yerim sonra da Galata Kulesi'ne çıkarım, yağmur da yağıyo zaten ooh miss diye düşünüyordum ama uykuculuğum tuttu yine a.k. Akşam üstü 7 civarı yatıp ertesi gün 11de uyanarak uyku rekorlarıma birini daha ekledim. Gerçi bütün bu saatlerde uyumadım sağosun İstiklal barları izin vermediler.
Ertesi sabah son bir ziyarete gittim. Ordan çıkıp gidecektim ama trafik vardı, geç kaldım. Sonra Begüm'le buluştum. Önce bir yemek yedim sonra da kemanın eksiğini gediğini ayarlayıp "Sinerji"ye gittik. Bizim Kontes'in arkadaşı çalışıyor orda o yüzden hiç yabancı gelmedi mekan. Zaten arkadaşını da fotoğraflarda görmüştüm o da hiç yabancı gelmedi. İçtik ettik, kemanı ayarladık, aynı anda kusmak ve sıçmak suretiyle tuvaleti knock out eden öküze bakıp bakıp iğrendik. (bkz: kusmak ve sıçmak wins)(ayrıca bkz: normalde tiksinmeyen ama o garsonların halini düşününce bir garip olan insanlar)
Çıkarken Begüm beni kırmadı o soğukta bi İstiklal turu daha yaptık. Bildiğin titriyoduk lan. Ayrıca son dakikama kadar benimle kaldığı için de teşekkür ediyorum Sevgili Kontes'e. Sonra ayrıldık ben de Haydarpaşa yoluna düştüm. (Kim lan bu Haydarpaşa?!!) Son vapur 9da benim trem 11 buçukta. Biranın üstüne Eminönü'den balık ekmeğimi alıp bindim vapura. Hiç içeri oturmadım vapurda. Yine dışarı oturdum benden başka kimse yoktu. Hem niye olsun lan millet mal mı bu soğukta?! Gara vardık. Bi çay aldım müzik dinleye dinleye Haydarpaşa'yı tavaf ettim. Galiba 100 volta falan attım ön kısımda. Bi ara yana geçeyim dedim çok gerizekalı bi şekilde ölüyodum 1 adım kaldıydı. Sen git yandaki merdivenlerden denizin yanına kadar in. Orda da artistik yapıp denize daha yakın olacam diye adım at. Mal beyinsiz öküz!!! Yosun var yosun. İki ayağım birden kaymaya başladı suya düşüyodum bi de kafayı vursaydım tam olurdu. Sabah bi bakıyolar malın biri kafayı yarmış yatıyo suda. Götüyle güler lan adam.!!
Sonra da aha bu köye geri döndük. 4 milyon nüfuslu köy lan bildiğin. Havası bile bi garip. Yok arkadaş. Listeme yazdım bunu, İstiklalden ev tutacam alacam çalacam gasp edecem ama orda kalacam ben. Bu ne lan!!
Efenim ilk gün malum ziyarete gittim ki İstanbula gitme nedenim oydu zaten. Akşamüstü kalktım saat 5 civarıydı. İstiklale gidecektim otelime ama tek başıma napacaktım ki lan?! Fotoğraf makinelerim kırılmasaydı belki foto çekerdim ama o da yoktu yanımda. Ben de Nil'imi arayım dedim. Hem belki ertesi gün işi yoksa onda kalırdım muhabbet ederdik çok da özlemiştim. Ama ben diyorum arkadaş var bende bi cenabetlik. Ablasının nişanı vardı onun için Zonguldak'a gidecekti hem de 3-5 saat sonra. Telefonda baya bi eğlendim ama konuşurken. Sonra Begüm'ü aradım ertesi gün kaçta buluşacağımızı konuşmak için. Onu da ayarladıktan sonra kuyruğumu bacaklarımın arasına alıp kafam önde düştüm İstiklal yoluna. 2 gündür sadece 1 hamburger ve 1 tavukburgerle duruyordum ve açlıktan ölecektim. Otele girdim biraz kestireyim de yemek yerim sonra da Galata Kulesi'ne çıkarım, yağmur da yağıyo zaten ooh miss diye düşünüyordum ama uykuculuğum tuttu yine a.k. Akşam üstü 7 civarı yatıp ertesi gün 11de uyanarak uyku rekorlarıma birini daha ekledim. Gerçi bütün bu saatlerde uyumadım sağosun İstiklal barları izin vermediler.
Ertesi sabah son bir ziyarete gittim. Ordan çıkıp gidecektim ama trafik vardı, geç kaldım. Sonra Begüm'le buluştum. Önce bir yemek yedim sonra da kemanın eksiğini gediğini ayarlayıp "Sinerji"ye gittik. Bizim Kontes'in arkadaşı çalışıyor orda o yüzden hiç yabancı gelmedi mekan. Zaten arkadaşını da fotoğraflarda görmüştüm o da hiç yabancı gelmedi. İçtik ettik, kemanı ayarladık, aynı anda kusmak ve sıçmak suretiyle tuvaleti knock out eden öküze bakıp bakıp iğrendik. (bkz: kusmak ve sıçmak wins)(ayrıca bkz: normalde tiksinmeyen ama o garsonların halini düşününce bir garip olan insanlar)
Çıkarken Begüm beni kırmadı o soğukta bi İstiklal turu daha yaptık. Bildiğin titriyoduk lan. Ayrıca son dakikama kadar benimle kaldığı için de teşekkür ediyorum Sevgili Kontes'e. Sonra ayrıldık ben de Haydarpaşa yoluna düştüm. (Kim lan bu Haydarpaşa?!!) Son vapur 9da benim trem 11 buçukta. Biranın üstüne Eminönü'den balık ekmeğimi alıp bindim vapura. Hiç içeri oturmadım vapurda. Yine dışarı oturdum benden başka kimse yoktu. Hem niye olsun lan millet mal mı bu soğukta?! Gara vardık. Bi çay aldım müzik dinleye dinleye Haydarpaşa'yı tavaf ettim. Galiba 100 volta falan attım ön kısımda. Bi ara yana geçeyim dedim çok gerizekalı bi şekilde ölüyodum 1 adım kaldıydı. Sen git yandaki merdivenlerden denizin yanına kadar in. Orda da artistik yapıp denize daha yakın olacam diye adım at. Mal beyinsiz öküz!!! Yosun var yosun. İki ayağım birden kaymaya başladı suya düşüyodum bi de kafayı vursaydım tam olurdu. Sabah bi bakıyolar malın biri kafayı yarmış yatıyo suda. Götüyle güler lan adam.!!
Sonra da aha bu köye geri döndük. 4 milyon nüfuslu köy lan bildiğin. Havası bile bi garip. Yok arkadaş. Listeme yazdım bunu, İstiklalden ev tutacam alacam çalacam gasp edecem ama orda kalacam ben. Bu ne lan!!
Etiketler:
cenabetlik,
götüyle gülen adam,
İstanbul,
İstiklal caddesi,
Pijamalı Kontes
zaman:
12:55
2
yorum
Harnia Günlükleri vol. 1
Yılbaşı günü aldığım acı bir haber nedeniyle gittiğim İstanbul seyahatini iki yazıda anlatacağım. İlki olan bu yazıda geyik yapmayacağım.
1 yıl önce ayrıldığımız ve pek sık konuşmadığımız eski sevgilimin facebook'a yazdığı bir notu gördüm. İlk başta dedim "haha ne yazmış yine bizimkisi" diye başladıysam da yazıya ilk cümleden sonrasını okuyamadım. İstem dışı bilgisayarı bile kapattım. Tek hatırladığım sürekli ohaa diye söylenmemdi. Gerçekten çok sevdiğim bir insan olan eski sevgilimin babası Necdet amcam vefat etmişti. Yazıyı okuyamadığım için nedenini ve ne zaman olduğunu bilmiyordum. Sadece İstanbula gitmem gerektiğini düşünüyordum. Nurgül teyzemi bir an önce görmem lazımdı. 1 senede 1 defa aramış olsam da yanında olduğumu bilmesini istedim. Ankarada da bir oğlu olduğunu bilsin istedim. Ama karşımda yıkılmış bir Nugrgül teyze görmeyeceğimi biliyordum. Çok güçlü bir kadındır o. Yanılmadım da.. Gerçekten de dimdik duran bir Nurgül teyze vardı karşımda. Ama yüzüne bakınca içine içine ağladığını görmek acı oldu. Yalnız kaldığımızda "sen çok güçlü bir kadınsın" dedim. "Ağlamak değil de bir yerlere gidip bağırmak istiyorum dağa taşa" dedi. Keşke elimde imkanım olsaydı da bi yerlere gidebilseydik, dökebilseydi içini. Gerçi içini dökmekle geçecek bişey değil ama.
İkisinin de dediği daha olayın farkında olmadıkları. Trafik kazası gibi bir ölüm diyolar. Sapasağlam adam, kalbi durup ölüyor. Toprağa koyarken bile dipdiriydi diyolar. Nerdeyiz napıyoruz Necdet nerde neler oluyor diye soruyor Nurgül teyzem hep kendine. Kızı da aynı. Farkına varmaktan korkuyorum diyor. Ben de yanlarında olup destek olmayı çok isterdim ama olmuyor işte.
Böyle şeyleri paylaşmayı çok sevmiyorum ama Necdet amca gibi çok sevdiğim bir insanı kaybedince ben de bilemedim. Cennete inanmıyorum, ama Necdet amca gitse gitse cennete gitmiştir...
1 yıl önce ayrıldığımız ve pek sık konuşmadığımız eski sevgilimin facebook'a yazdığı bir notu gördüm. İlk başta dedim "haha ne yazmış yine bizimkisi" diye başladıysam da yazıya ilk cümleden sonrasını okuyamadım. İstem dışı bilgisayarı bile kapattım. Tek hatırladığım sürekli ohaa diye söylenmemdi. Gerçekten çok sevdiğim bir insan olan eski sevgilimin babası Necdet amcam vefat etmişti. Yazıyı okuyamadığım için nedenini ve ne zaman olduğunu bilmiyordum. Sadece İstanbula gitmem gerektiğini düşünüyordum. Nurgül teyzemi bir an önce görmem lazımdı. 1 senede 1 defa aramış olsam da yanında olduğumu bilmesini istedim. Ankarada da bir oğlu olduğunu bilsin istedim. Ama karşımda yıkılmış bir Nugrgül teyze görmeyeceğimi biliyordum. Çok güçlü bir kadındır o. Yanılmadım da.. Gerçekten de dimdik duran bir Nurgül teyze vardı karşımda. Ama yüzüne bakınca içine içine ağladığını görmek acı oldu. Yalnız kaldığımızda "sen çok güçlü bir kadınsın" dedim. "Ağlamak değil de bir yerlere gidip bağırmak istiyorum dağa taşa" dedi. Keşke elimde imkanım olsaydı da bi yerlere gidebilseydik, dökebilseydi içini. Gerçi içini dökmekle geçecek bişey değil ama.
İkisinin de dediği daha olayın farkında olmadıkları. Trafik kazası gibi bir ölüm diyolar. Sapasağlam adam, kalbi durup ölüyor. Toprağa koyarken bile dipdiriydi diyolar. Nerdeyiz napıyoruz Necdet nerde neler oluyor diye soruyor Nurgül teyzem hep kendine. Kızı da aynı. Farkına varmaktan korkuyorum diyor. Ben de yanlarında olup destek olmayı çok isterdim ama olmuyor işte.
Böyle şeyleri paylaşmayı çok sevmiyorum ama Necdet amca gibi çok sevdiğim bir insanı kaybedince ben de bilemedim. Cennete inanmıyorum, ama Necdet amca gitse gitse cennete gitmiştir...
1 Ocak 2009
Yeniyılyeniyılyeniyılyeniyıl Siiğğzlere KutluOlsun!!!
Ahanda yeni yıl yeni yıl diye yaygara yaptığınız gün bugündür. Sorarım size: Ne değişti? Dünya yine aynı dünya, hava yine aynı hava. Bu kadar balon bi heyecan daha yok arkadaş dünya üstünde. Şişirip şişirip patlatıyolar.
Gece geç yatmama ve kafamın kazan gibi olmasına rağmen sabah erken kalkmak zorundaydım. Sabah 9da uyanıp 10da yola koyuldum. Dışarıda bizden başka kimse yoktu. Ölüm sessizliği gibiydi lan ne biçimdi öyle sokaklar bomboş. Kızılay'a geldim motor sesi bile yoktu bırak insanı. Tırstım lan o sessizlikten. Bütün dükkanlar kapalı. Bütün yılbaşı süsleri yerlerde, insanların suratlarında anlam veremediğim bi durgunluk. Gece ziyadesiyle zıkkımlanmış, mideyi alkolle doldurmuş ve kahvaltı yapmadan çıkmış olmanın getirdiği mide yanmasından olsa gerek, herşey daha bi ekşi gözüktü gözüme. Ama istediği kadar yansın mide, bu kadar sessizlik ve halsizlik olamaz bir şehirde.
Sonra düşündüm niye böyle acaba?! Aslında nedeni çok basitti: Şişirilmiş heyecan!! Herkes biliyordu aslında bu yeni yıl denen hedehödönün dünden farklı olmayacağını. Zaman yine aynı akacak, arabalar aynı gidecek, aynı havayı soluyup, aynı suyu içecektik. Ama herkeste salakça bir yeni yıl heyecanı vardı. Sanki saat 00:00 bir milad olacak ve dünya bir daha eskisi gibi olmayacakmış gibi. Herkes maskelerini takınıp, topluluk eğleniyor diye çok içten eğleniyomuş numarası yaparken, aslında bunun sürekli büyüyen bir kısır döngü olduğunu farkedemedi. Nasıl yani? Şöyle yani: Sen aslında heyecanlı falan değilken etrafına bakıyorsun. Herkes heyecanlı diye sen de heyecanlanıyorsun(gibi yapıyorsun). Ama herkes gibi yapıyor. Sonra sen de heyecanlı gibi gözükünce karşındaki de senden gaza geliyor falan filan böyle büyüyo bu heyecan zarzinpitisi.
Bu heyecan yapmacık olsa da, bir süre sonra etkileri yapmacıklıktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor. Sonra birşeylerin değişmeyeceğini bilse de ummaya başlıyo insan ve sonra bu umut inanca dönüşüyor. Değişeceğine inanıyor insan. Sonra da ne mi oluyor? Yeniyıl sabahında, hayal kırıklığı ve dumur hali 72 punto reklam yazısı gibi yüzünden okunan insanlar ve "Bu sene de olmadı beaa!!??" diye kafaların üstünde uçuşan düşünce balonları.
Hadi bahalım hayırlı olsun bu yıl. Peki bişey soracam "YIL" ne demek ki?!
Gece geç yatmama ve kafamın kazan gibi olmasına rağmen sabah erken kalkmak zorundaydım. Sabah 9da uyanıp 10da yola koyuldum. Dışarıda bizden başka kimse yoktu. Ölüm sessizliği gibiydi lan ne biçimdi öyle sokaklar bomboş. Kızılay'a geldim motor sesi bile yoktu bırak insanı. Tırstım lan o sessizlikten. Bütün dükkanlar kapalı. Bütün yılbaşı süsleri yerlerde, insanların suratlarında anlam veremediğim bi durgunluk. Gece ziyadesiyle zıkkımlanmış, mideyi alkolle doldurmuş ve kahvaltı yapmadan çıkmış olmanın getirdiği mide yanmasından olsa gerek, herşey daha bi ekşi gözüktü gözüme. Ama istediği kadar yansın mide, bu kadar sessizlik ve halsizlik olamaz bir şehirde.
Sonra düşündüm niye böyle acaba?! Aslında nedeni çok basitti: Şişirilmiş heyecan!! Herkes biliyordu aslında bu yeni yıl denen hedehödönün dünden farklı olmayacağını. Zaman yine aynı akacak, arabalar aynı gidecek, aynı havayı soluyup, aynı suyu içecektik. Ama herkeste salakça bir yeni yıl heyecanı vardı. Sanki saat 00:00 bir milad olacak ve dünya bir daha eskisi gibi olmayacakmış gibi. Herkes maskelerini takınıp, topluluk eğleniyor diye çok içten eğleniyomuş numarası yaparken, aslında bunun sürekli büyüyen bir kısır döngü olduğunu farkedemedi. Nasıl yani? Şöyle yani: Sen aslında heyecanlı falan değilken etrafına bakıyorsun. Herkes heyecanlı diye sen de heyecanlanıyorsun(gibi yapıyorsun). Ama herkes gibi yapıyor. Sonra sen de heyecanlı gibi gözükünce karşındaki de senden gaza geliyor falan filan böyle büyüyo bu heyecan zarzinpitisi.
Bu heyecan yapmacık olsa da, bir süre sonra etkileri yapmacıklıktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor. Sonra birşeylerin değişmeyeceğini bilse de ummaya başlıyo insan ve sonra bu umut inanca dönüşüyor. Değişeceğine inanıyor insan. Sonra da ne mi oluyor? Yeniyıl sabahında, hayal kırıklığı ve dumur hali 72 punto reklam yazısı gibi yüzünden okunan insanlar ve "Bu sene de olmadı beaa!!??" diye kafaların üstünde uçuşan düşünce balonları.
Hadi bahalım hayırlı olsun bu yıl. Peki bişey soracam "YIL" ne demek ki?!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)